Bu yazıda buzul çağının dinsel-kültürel etkileri hakkında paylaşımda bulunacağım; Bu konu hakkında uzmanlığımın bu olmadığını sağdan soldan okuduğum kitaplar ve belgesellerle kendimce kurduğum argümanlar olduğunu belirtmek isterim.
Bildiğiniz gibi şuanda Holosen çağını yaşıyoruz. Bundan önceki yaşanılan çağda buzul çağıdır. Yine yeni bir buzul çağına başlamamız gerekiyordu. Sıcaklıklar düşmeliydi. Ancak kullandığımız sera gazlarının ozonu delmesi sonucunda küresel ısınmayla birlikte yeni buzul çağına başlayamadık.
Jeolojik devirler, Buzul çağlarına göre şekillendirilmez. Ancak son buzul çağı jeolojik devir olarak holosen çağ olarak kullanılmakta. Zira buzul çağları 100.000 yıllık devirler halinde olmaktadır. Ve sebep olarak bilimsel açıdan nedeni şuanda teoriler seviyesindedir. Dünya ekseni-dönüş hareketi de bu teoriler den en kuvvetli olanı.
Sürüngenlerin mezozoik çağının bitişi ve memelilerin senezoik çağının başlaması arasında artık bir gök taşının çarpmasını biliyoruz. Bu çarpışma sonucu faremsi türlerin yer altında kalarak türlerini devam ederek evrimsel süreç memelilerin çağını başlattı.
Neojenin plyoseninde afrikada ilk primat insanların bulunması plyosenin bitişi ve buzul çağının başlamasıyla insanlığın başlangıcı başlamış oldu.Buraya kadar yazı için biraz ön bilgi vermiş olduk.
Buzul çağının iki temel öğesinden bahsedersek,
1) Ekvator çizgisi boyunca insanlar tekerlek şeklindeki bir kara katmanında yaşadı. Çünkü sadece ekvator kuşağında sıcaklık günümüze yaklaşabiliyordu.
2) Sular, günümüzden – buzul çağlarında 130 metre daha aşağıdaydı.
Buzul çağının bitimiyle buzların çoğu içten erirken dağ yamaçlarında buzullar bir set görevi üstlenmekteydi. Devasa boyutta barajlar kırılmalarla büyük seller meydana getiriyordu. Dolayısıyla vadilere kurulan çoğu medeniyet; büyük sellerle karşı karşıyaydı. Bilimsel açıdan büyük tufan mümkündü. Ancak bir tane değil binlerce ve periyodik olarak aynı yerde defalarca.
Mamut gibi iri memeliler buzul çağının bitişiyle türlerini kaybetmişlerdir. Araştırmalarda bunların yok oluşuna net bir cevap bulunamamakta. Nuhun tufanında her canlıdan dişi-erkek alımı da tufanın bir tür yok edermi sorusunu aklıma uyandırıyor. Filler, koyunlar, inekler, atlar vs. vs. bu türlerin devamı için yapılmış bir hamle. Peki asıl soru şu niçin insanlar tufanlardan korunmak için sadece kendilerini kurtarmadı? Onları kullanmak için mi? Yoksa gerçektende amaç türleri korumak mıydı? Eğer korumaksa bu bilinç nereden geliyordu?
Buzul çağının bitiminde kutup bölgesindeki kütle kaybı mağmaya olan baskıyı azaltmaktadır. Mağma üzerine binen baskının azalması volkanik hareketler ve depremler meydana getirmektedir. Volkanik hareketliliklerin olduğu büyük dağların eteklerinde bulunan medeniyetler patlama ile birlikte göç etmek zorundadırlar. Volkanik patlama lut kavminin başına geleni açıklar mı?
Kaynak yapanlar bilirler, kaynağa kısa süre 1-2 dakika gibi baktığınızda; göz damarlarındaki ani kısılıp açılmalar sonucu 4-5 saat sonra çok şiddetli bir göz ağrısı çekersiniz. Halk arasında göz alması denir. Lut kavmi arkasına bakmadan gidiyordu. Bu durum volkanik patlama sonucu bir nevi ışığın olumsuz etkisini de çağrıştırmakta.
İstanbulda yapılan tünel çalışmalarında denizin buzul çağından önce 130 metre aşağıda olmasıyla Marmara ve karadenizin bir iç deniz olduğu keşfdildi. Hatta tatlı su balıklarının kalıntıları bulundu. Örneğin İngiltere karadan avrupaya bağlıydı. Dünya üzerinde insanlar şehirlerini her zaman deniz limanlarına kurmuşlardır. Niketim İstanbulda da denizin dibinde büyük bir medeniyet keşfedildi.
Bunun gibi Dünyanın bir çok yerinde kara parçaları ve medeniyetler sular altında kaldı. Hatta büyük adalar. Karadeniz dibinde büyük bir çamur tortusu bulundurduğundan kalıntıları korumakta. ABD li bir heyet kara denizde bozulmamış gemi kalıntıları bulmuştur. Bozulmamaya karşın okyanusların ve büyük denizlerde bu mümkün değil. Çünkü Dünyanın termodinamiği derinde soğuk – yüzeyde sıcak ters yönlü su akıntısıyla sağlanmakta. Söz gelimi karadanizde bulunan kalıntı akdenizde bulunamazdı.
Buzul çağındaki medeniyetlerin ilkellik seviyesini tahmin ederken gerçek şehirlere asla bakmıyoruz. Örneğin samsunu ele alalım samsun gibi bir şehrin sular altında kalmamış köylerine bakıyoruz. Ve buna göre insanlar ilkeldi diyoruz. Oysa şehrin kendisi limanda. Dolayısıyla tunç çağı gibi bir çağda insanları ilkel diye nitelendiriyoruz. Beklide sanayiye tam olarak geçememiş medeniyetler vardı.
Mısır’daki Dendera Tapınak kompleksinde ark lambası kullanıldığı çözüldü. Bu hiyorogriflere bakılarak yapılan düzenekle ışık üretildi. Mısırlıların aynı zamanda elektriği de kullandığı tartışılmaktadır. Bu örnekteki gibi buzul çağındaki insanlar esasen tahminimizden çok daha iyi bir teknolojiye sahip olabileceği düşünülmelidir.
Klasik olarak “ilkelden medeniyete mi ulaştık” yoksa “aslında kısmen modern bir toplumlar ilkelleşti mi?” Sümerlilerde görülen islami benzerlikle; İslam bilgileri toparlayan bir dinsel gelişme süreci mi? Yoksa toplumların din konusundaki benzerlikleri; Buzul çağlarından kalma ileri bir medeniyetin ilkelleşmesiyle din argümanlarının da yozlaşması mı?
Dinler tarihine bakarken buzul çağının jeolojik etkilerini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bu etkiler bizlere masal gibi görünen Nuh tufanı, lut kavmi, Atlantis gibi anlatımların aslında bilimsel dayanakları da olabileceğini göstermektedir.